İlkhan Hukuk Bürosu Hizmetlerimiz

Borcunu ödeyemeyen borçlunun borcunun, alacaklının talebi üzerine, devlet zoruyla taşınır ve taşınmaz varlıklarına el konarak karşılanmasını konu alan hukuk dalıdır. Türkiye’de bu hukuk alanı, 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu ile düzenlenmiştir.

İcra Teşkilatı

İcra teşkilatı asli ve yardımcı organlardan oluşur. Asli organlar, sadece icra işlerini yürütmek için kurulmuş olan icra ve iflas daireleri, icra mahkemeleri ve Yargıtay’ın icra ile ilgilenen daireleridir. Yardımcı organlar ise asli icra organlarına icra işlerinde yardım eden cumhuriyet savcılıkları, genel mahkemeler ve polis gibi devlet kurumlarıdır.

  • İcra Dairesi

İcra müdürünün yönetiminde olan icra işlerinde ilk derecede görevli makamdır. İcra müdürleri icra takip işlemlerini gerçekleştirirler. Bu işlemler arasında icra dairesine başvurulduğunda ödeme emri düzenlemek, tutanak tutmak, yapılan ödemelerin kabulü yer alır.

  • İcra Mahkemesi

2004 yılında çıkarılan 5092 sayılı kanunla birlikte daha önceleri icra tetkik mercii olarak adlandırılan bu makamın adı icra mahkemesi olarak değiştirilmiştir. İcra mahkemesinin en önemli görevleri arasında icra dairelerinin gerçekleştirdiği işlemlere karşı yapılan şikayetlerin incelenmesi, icra dairesine sunulan itirazların incelenmesi, mahcuz mala istihkak davasının görülmesi, icra ve iflas dairelerinin gözetimi ve denetimi yer alır.

İlamlı ve İlamsız Takip

İcra hukuku anlamında takip, borçlunun borcunun devlet zoruyla ödetilmesi için gerçekleştirilen işlemleri tanımlar. Alacağını alamayan bir alacaklı ilamlı ve ilamsız takip olmak üzere iki farklı takip yolundan birini seçebilir. İlamlı takipte, önce mahkemeden bir ilam alınarak buna özgü takip yolu izlenir. İlamsız takipte ise, alacaklının elinde herhangi bir mahkeme ilamı bulunmaz. Doğrudan yetkili icra dairesine başvurarak borcunu ödemeyen borçlu için ödeme emri çıkarttırır. İlamsız takibe adi haciz yoluyla takip de denmektedir.

Yetkili İcra Dairesi

Yetkili icra dairesinden anlaşılan, alacaklının icra takibini çeşitli yerlerdeki icra dairelerinden hangisinde başlatıp yürüteceğidir. İlamlı takiplerde alacaklı İcra Ve İflas Kanunu m. 34 uyarınca Türkiye sınırları dâhilindeki her icra dairesine başvurabilir. Para ve teminat borcunu konu alan ilamsız icra takiplerinde yetkiye ilişkin, İcra Ve İflas Kanunu (İİK) m. 50/1, 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’na (HUMK) atıfta bulunmaktadır. Buna göre anılan kanunun “yetkiye dair hükümleri kıyas yolu ile tatbik olunur. Şu kadar ki, takibe esas olan akdin yapıldığı icra dairesi de takibe yetkilidir.” Buna göre, para ve teminat borcunu konu alan ilamsız icra takiplerinde HUMK m. 9/1 uyarınca borçlunun ikametgâhı bulunan yerdeki icra dairesi, eğer para alacağı bir sözleşmeden doğmuş ise İİK m. 50/1; HUMK m. 10 uyarınca sözleşmenin akdedildiği veya sözleşmenin ifa edileceği yerde bulunan icra daireleri yetkilidir. Para borçları götürülecek borçlar olduğundan sözleşmenin ifa edileceği yer alacaklının ikametgâhı olacaktır.

Takip Talebi

Alacaklı, takip talebiyle birlikte yetkili icra dairesinden takibin başlatılmasını ister. Takip talebi yazılı ya da sözlü olarak yapılabilir. Takip talebinde bulunması gereken kayıtlar şunlardır:

  1. Alacaklının (varsa kanuni temsilcisinin ve vekilinin) adı, soyadı, vergi numarası, şöhret ve ikametgâhı
  2. Borçlunun (varsa kanuni temsilcisinin ve vekilinin) adı, soyadı, alacaklı tarafından biliniyorsa vergi numarası, şöhret ve ikametgâhı
  3. Alacağın ve istenen teminatın Türk parası ile tutarı, faizli alacaklarda faiz yüzdesi ve faizin işlemeye başladığı tarih
  4. Alacak bir senede dayanıyorsa, senedin tarih ve numarası bildirilerek aslının veya örneğinin ibrazı
  5. Takip yollarından (haciz veya iflas) hangisinin seçildiğinin beyanı
  6. Alacaklı veya vekilinin imzası ve tarih

Ödeme Emri

Alacaklının yetkili icra dairesine başvurmasının ardından İİK m. 60 uyarınca “icra dairesi bir ödeme emri yazar.” Ödeme emri borçluyu temerrüde düşüren bir ihtar niteliğindedir. Ödeme emrinde, yer alması gerekli diğer kayıtların yanında “borcun ve masrafların kanundaki süreler(5, 7 veya 10 gün) içinde ödenmesi”, takibin dayandığı senedin altındaki imza kendine ait değilse kanundaki süreler(5, 7 veya 10 gün) içinde buna açıkça itiraz etmesi, borcun tamamına veya bir kısmına ya da alacaklının takibat işlemine ilişkin bir itirazı varsa bunu da aynı süre içinde bildirmesi, senet veya borca itirazını bildirmediği takdirde kanundaki süre içinde İİK 74’üncü maddeye göre mal beyanında bulunması ve bulunmazsa hapisle tazyik olunacağı beyanları bulunur ve İİK m. 61 gereğince “borçluya takip talebinden itibaren nihayet 3 gün içinde tebliğe gönderilir.”

Tebliğ

Ödeme emrinin tebliği ilke olarak bizzat muhatabın kendisine yapılır. Ancak istisnai durumlarda muhatap adına adli tebligatı kabule kanunen yetkili olan kimselere de tebliğ yapılabilir. Kendisine tebliğ yapılacak kişi konutunda bulunmuyorsa tebliğ, kendisi ile aynı konutta oturan reşit veya ehliyetsiz olduğu bariz bir biçimde belli olmayan kimseler veya hizmetçilere yapılabilir. Tebliğ hükümlerine ilişkin ayrıntıları 7201 sayılı Tebligat Kanunu düzenlemektedir.

İtiraz

Ödeme emrini alan borçlu, İİK m. 62/1’e göre yedi gün içerisinde yazılı veya sözlü olarak takibin yapıldığı icra dairesine itirazda bulunabilir. İtiraz, icra dairesinin yetkisine, takip konusu alacağa veya takip konusu alacak bir senede dayanıyorsa senedin altında bulunan imzaya ilişkin olabilir. Usulüne uygun biçimde yapılmış olan itiraz, İİK m. 66/1 hükmü gereğince icra takibini durdurur.

İtirazın Hükümden Düşürülmesi

Alacaklı borçlunun yapmış olduğu itirazı hükümden düşürmek için altı ay içerisinde icra mahkemesine başvurarak itirazın kaldırılmasını talep edebilir veya bir yıl içinde genel mahkemeye başvurarak genel hükümler çerçevesinde alacağının varlığını ispat ederek itirazın iptalini dava edebilir. Ancak, alacaklı İİK m. 68/1’de belirtilen “imzası ikrar veya noterlikçe tasdik edilen borç ikrarını içeren bir senede yahut resmi dairelerin veya yetkili makamların yetkileri dâhilinde ve usulüne göre verdikleri bir makbuz veya belgeye” sahip değilse mutlaka itirazın genel mahkemelerde iptali yolunu izlemek zorundadır. Aksi takdirde, icra mahkemesine kanunda anılan belgeyi sunamayacağı için itirazın kaldırılması talebi reddedilecektir. Alacaklının bu belgeyle icra mahkemesine başvurması halinde icra mahkemesi,

  • Borca itiraz durumunda itirazın kesin olarak kaldırılması ya da
  • İmzaya itiraz durumunda itirazın geçici olarak kaldırılması ya da
  • Borca veya imzaya itiraz halinde itirazın kaldırılması talebinin reddi

kararını verir. İmzaya itiraz durumunda itirazın geçici olarak kaldırılmasının nedeni, imzanın gerçekten borçluya ait olup olmadığının ancak bilirkişi incelemesi sonucu belirlenebileceğidir.

Borca borçlu tarafından yapılmış itirazın alacaklının talebiyle icra mahkemesinde veya genel mahkemede kesin olarak hükümden düşürülmesiyle ödeme emri kesinleşerek cebri icra belgesi halini alır. Aynı zamanda, artık ortada bir mahkeme ilamı bulunduğundan başlatılan ilamsız takip ilamlı takibe dönüşür. Borçlu, itirazının hükümden düşürülmesinin kendisine tebliğinden itibaren üç gün içinde mal beyanında bulunmak zorundadır.

Şikâyet

Borçlu (veya alacaklı) icra dairesi başta olmak üzere icra organlarının kanun hükümlerine muhalif işlemlerine karşı şikâyet yoluna başvurabilir. Şikâyet, icra dairesinin kanun hükümlerine aykırılık şüphesi taşıyan veya hadiseye uygun bulunmayan işleminin öğrenildiği tarihten itibaren yedi gün içinde icra dairesinin bağlı bulunduğu icra mahkemesine yapılır. Ancak, İİK m. 16/3 gereğince, “bir hakkın yerine getirilmemesinden veya sebepsiz sürüncemede bırakılmasından dolayı her zaman şikâyet olunabilir.” Doktrinde, kanunda yer almayan kamu düzenine aykırılık hali de süresiz şikâyet sebebi sayılmaktadır. Şikâyet, itirazdan farklı olarak, icra mahkemesi karar vermedikçe takibi kendiliğinden durdurmaz. İcra mahkemesi gelen dosyayı inceleyerek, duruşmaya gerek görülmemesi halinde 10 gün içinde aşağıdaki kararlardan birini verir:

  • İcra mahkemesi şikâyet nedenini geçerli görmediğinden şikâyeti reddeder ya da
  • İcra mahkemesi şikâyet nedenini geçerli görerek gerçekleştirilen işlemi bozar veya düzeltir ya da
  • İcra mahkemesi süresiz bir şikâyet sebebinin varlığını kabul ederse icra dairesinin yapmadığı veya sebepsiz yere sürüncemede bıraktığı işlemlerin icrasını emreder.

İcra mahkemesinin bu kararlarına karşı istinaf yoluna gidilebilir..

Menfi Tespit ve İstirdat Davaları

Menfi tespit davası

Ödeme emrinde belirtilen süre içerisinde itiraz etmeyen ya da itirazı kabul edilmeyen borçlu, borcun mevcut olmadığını tespit ettirmek amacıyla takibi yürüten icra dairesinin bulunduğu yer mahkemesinde veya davalının ikametgâhı mahkemesinde menfi tespit davası açabilir. Menfi tespit davası icra takibinden önce de açılabilir. Menfi tespit davasına karşın aynı alacak için icra takibi işlemlerine başlamak mümkündür, yani menfi tespit davası takibi kendiliğinden durdurmaz. İİK m. 72/2 uyarınca “icra takibinden önce açılan menfi tespit davasına bakan mahkeme, talep üzerine alacağın yüzde onbeşinden aşağı olmamak üzere gösterilecek teminat mukabilinde, icra takibinin durdurulması hakkında ihtiyati tedbir kararı verebilir.” İcra takibinden sonra açılan menfi tespit davasında ise, davanın icra takibinden sonra açılmış olması sebebiyle takibin sürüncemede bırakılması için açılmış olduğuna dair güçlü bir karine bulunur; dolayısıyla, icra takibinden sonra açılan menfi tespit davasında mahkeme tedbir yoluyla takibin durdurulmasına karar veremez. Ancak, İİK m. 72/3 uyarınca “borçlu gecikmeden doğan zararları karşılamak ve alacağın yüzde onbeşinden aşağı olmamak üzere göstereceği teminat karşılığında, mahkemeden ihtiyati tedbir yoluyla icra veznesindeki paranın alacaklıya verilmemesini isteyebilir.” Davanın alacaklı tarafından kazanılması durumunda ihtiyati tedbir kararı kalkar ve alacaklı ihtiyati tedbir nedeniyle alacağını geç almaktan doğan zararlarını borçlunun ihtiyati tedbir için yatırmış olduğu teminattan karşılar. Davayı borçlu kazanırsa icra takibi durur.

İstirdat davası

İstirdat davasının açılabilmesi için borçlunun maddi hukuk bakımından borcu olmamasına karşın alacaklı tarafından takip edilen bir borcu cebren ödemiş olması gerekmektedir. Bu davayla borçlu olarak takibe uğrayan kişiye davacı olarak alacaklının alacağını yargıç önüne getirebilme olanağı tanınmıştır. Davanın açılabilmesi için, İİK m. 72/7 gereğince davacının

  • takibe itiraz etmemiş veya itirazının kabul edilmemiş olması
  • bu yüzden de borçlu olmadığı bir parayı cebir tehdidiyle ya da cebri icranın sonunda ödemiş olması
  • ve ödeme tarihinden sonra bir yıl içinde istirdat davası açmış olması gerekmektedir.

İspat yükü davacıda olup yetkili mahkemeye ilişkin menfi tespit davası hükümleri aynen geçerlidir.

Alacaklının veya Borçlunun Ölümü

  • İcra takibi sırasında alacaklının ölümü

Takibin devamı sırasında alacaklının ölümü halinde takip konusu alacak terekeye dâhil olarak mirasçılara geçer. Mirasçıların tamamı zaruri takip arkadaşı olarak takibin aktif tarafında yer alır. Mirasçıların biri ya da birkaçı takibe devam etmek istemezse miras bırakanın son yerleşim yerinin bulunduğu hukuk mahkemesi başvuru üzerine terekeye bir temsilci atar. Bu kişi terekeye temsilen takibe devam eder.

  • İcra takibi sırasında borçlunun ölümü

Tüzel kişiliği olmadığından tereke davada taraf olamaz. Fakat takip sırasında ölen borçlunun terekesine karşı belli şartlarla takibe devam edilir. Ancak, borçlu takipten önce ölürse tüzel kişiliği bulunmayan terekeye karşı ilk defa takip başlatılamaz. Takip sırasında borçlu ölürse 3 günlük talik süresinin geçmesinden itibaren mirası kabul eden mirasçılara karşı takibe devam edilir. Mirasçılar tereke borçlarından müştereken ve şahsi malvarlıklarıyla müteselsilen sorumludurlar. Bu durumda mirasçıların arasında ihtiyari takip arkadaşlığı mevcut olur. Alacaklı mirasçıları değil de terekeyi takip etmek istese, terekenin taksim edilmemiş bütünlüğünü koruyor olması gerekir. Böyle bir durumda terekeyi temsilen mirası kabul etmiş bütün mirasçılar zaruri takip arkadaşı sıfatıyla yer alır.

Mahcuz Mala İstihkak Davası

Borçlunun elinde üçüncü şahsın hak iddia ettiği bir mal varsa, icra dairesi bunu zabıtlarına geçirir ve bu istihkak iddiasına karşı itirazları olup olmadığını bildirmek üzere alacaklı ve borçluya üç günlük bir mühlet verir. Sükûtları halinde istihkak iddiası kabul edilmiş sayılır. Malın haczini öğrenen borçlu veya üçüncü şahıs, öğrenme tarihinden itibaren 7 gün içinde istihkak iddiasında bulunmalıdırlar. Aksi takdirde bu iddiayı aynı takipte ileri süremezler.

Hacze İştirak

Haciz hukuken öncelik hakkı sağlamaz. Diğer alacaklının haciz koydurabilmesi için aynı mal üzerinde konulan ilk hacizden sona satılan mal tutarının vezneye girmemiş olması gerekir. Aynı derece hazce iştirak halinde iştirak eden alacaklılar mahcuz mal bedelinden paylaştırma yoluyla alacaklarını alırlar. Hacze iştirak edebilmesi için alacaklının elinde kanunda belirtilen (İİK m. 100) belgelerin olması gerekir:

  1. Takip talebinden veya davanın açılmasından önce alınmış bir aciz vesikası
  2. Yukarıda anılan tarihlerden önce alınmış bir ilam
  3. Yukarıda anılan tarihlerden önce alınmış tasdikli bir senet
  4. Yukarıda anılan tarihlerden önce resmi dairelerden yetkileri dâhilinde alınmış makbuz veya bel

Mahcuz Malların Paraya Çevrilmesi

Takip başlangıcında olduğu gibi, mahcuz malların paraya çevrilmesi de alacaklının talebiyle olur. Alacaklı, taşınır malların hacizden sonra bir yıl içinde, taşınmazların ise iki yıl içinde paraya çevrilmesini talep edebilir. Taşınırlar, ilke olarak cebri açık artırma ile veya istisnaen pazarlıkla paraya çevrilir, taşınmazlar için ise sadece cebri açık artırma öngörülmüştür. Cebri açık artırmanın yer, gün ve saati önceden ilan yoluyla duyurulur (İİK m. 114/1). Açık artırma iki aşamadan oluşur. Birinci artırma sonucu ihale yapılamazsa ikinci artırmaya geçilir. İkinci aşamada da satış olmazsa satış talebi düşer; alacaklının tekrar satış talebinde bulunması gerekir.

Mahcuz taşınmazın açık artırmanın ilk aşamasında satılabilmesi için, ileri sürülen teklifin malın tahmin edilmiş olan kıymetinin % 60’ından az olmaması, paraya çevirme ve paylaştırma masraflarının da ihale bedeliyle karşılanmış olması ve taşınmaz ipotekliyse ve ipotekli alacağın vadesi gelmiş ise ipotekli alacaklının ipoteğinin tamamını karşılaması gerekir (İİK 129/1). Dolayısıyla borçlunun malı üzerinde başka bir alacaklının rehin veya ipoteği olması, bu alacaklı öncelik hakkına sahip olduğundan, hacze engel değildir.

Eğer birinci artırmadan sonra ihale gerçekleşmezse, ikinci aşamada düzenlenen açık artırmada takdir edilen değerin % 40’ı aranır (İİK 129/2). Açık artırmanın konusu bir taşınmaz ise, ilk artırmada en yüksek teklifi ileri süren, ikinci artırmada da bununla bağlı olup ikinci artırmada kimse ondan yüksek teklif vermemiş ve takdir edilen değerin % 40’ı aşılmışsa ihale ilk artırmada en yüksek teklifi ileri sürene yapılır.

İhaleden sonra vadesi gelen ipotekli alacağın alacaklısı yeni maliki ipoteğin paraya çevrilmesi yoluyla takip edebilir veya alacağını eski malikten de talep edebilir. Ancak, bunun için ihaleden sonra bir yıl içinde eski malike başvuru hakkını saklı tuttuğunu bildirmiş olması gerekir.

İcra Hukuku Alanındaki Dava Vekilliği Hizmetlerimiz

1.    İcra Ceza ve İcra Hukuk davaları

2.    İcra Mahkemelerinin görev alanına giren diğer davalar

3.    İhalenin feshi davaları

4.    İhtiyati haciz davaları

5.    İlamsız, ilamlı ve kambiyo senetlerine dayalı icra takipleri

6.    Ödeme emrine itiraz, itirazın kaldırılması ve itirazın iptali davaları

7.    İstirdat davaları

8.    Menfi tespit davaları

9.    Tasarrufun iptali davaları

TÜRK YABANCILAR HUKUKU

Birçok ülkede, yabancılar ve vatandaşlar bazı haklar bakımından eşit sayılmamaktadır ve yabancıların Türkiye’deki çalışma, ikamet etme gibi bazı hak ve işlemleri bakımından kanunda sınırlamalar yer almaktadır. Uluslararası Hukuk’ta hükümetleri veya devletleri yabancılara çalışma hakkı veya diğer hakları sağlama konusunda zorlayacak bir hüküm bulunmamaktadır.

Türk Hukuku, yabancılar hakkında eşitlik ve evrensellik ilkesini benimsese de bu ilkenin uygulanması konusunda bazı kısıtlamalara gitmiştir.

Yabancıların Türkiye’de Çalışması

Türkiye’de yabancıların çalışabilmesi için öncelikle çalışma vizesi alması gerekir. 4817 sayılı Yabancıların Çalışması Hakkında Kanun, 6 Mart 2003’te yürürlüğe girmiş ve esaslı değişiklikler getirmiştir. En önemli değişikliklerden biri de çalışma izni vermeye yetkili organın Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı olmasıdır. Yeni kanun 4 tür çalışma izni tanımlamıştır:

a-      Periyodik (Dönemsel) / Sınırlı: ticari faaliyetler göz önüne alınarak en fazla 1 yıllığına verilir. Fakat duruma göre, bu süre, 3 yıla kadar uzatılabilir.

b-      Sınırsız: Yasal ve kesintisiz olarak Türkiye’de en az 8 yıldır yaşamakta olan veya 6 yıldır çalışma dönemi içinde olan yabancılara çalışma izinleri verilir. Bu konuda değinilmesi gereken önemli hususlardan biri de bu tür çalışma izninin herhangi bir hüküm veya koşullara bağlı olmamasıdır. Fakat yine de yabancılar emniyet makamları tarafından verilen bir sertifika temin etmek zorundadırlar.

c-       Bağımsız: Yasal ve kesintisiz olarak Türkiye’de 5 yıldır oturmakta olan yabancılara çalışma izinleri verilir. Ek olarak, bağımsız olarak çalışma izni verilmesi uygun görülen yabancıya ilk olarak “Bağımsız Olarak Çalışma İzni Hakkında Sertifika” verilecektir. Bu sertifika düzenlenme tarihinden itibaren 3 aylığına geçerli olacaktır ve;

d-      İstisnai: Çalışma izinleri kanun tarafından düzenlenen şartlardan bağımsız olarak verilecekse şu istisnalara tabidir:

–          Türk vatandaşıyla evli ve Türkiye’de eşiyle yaşayan ve yasal olarak Türkiye’de bulunan yabancılar. Fakat, evlilik 3 yıl tamamlanmadan sona ererse, çalışma izni geçersiz olur,

–          Yerleşmiş sayılan yabancılar.

–          Türk vatandaşlığını kaybeden yabancılar. Bu hüküm sadece Türk Vatandaşlığı Kanunu’nda belirtilen sınırlı sayıda kişilere uygulanacaktır.

–          Türkiye’de çalışmalarını veya eğitimlerini tamamlayan yabancılar, erginlik yaşına ulaşmaları takdirde çalışma iznine sahip olabilirler. Fakat, bu kuralın bir istisnası vardır, o da; bu yabancıların Türkiye’de doğmuş olması veya Türkiye’ye 18 yaşından önce gelmiş ve Türkiye’de herhangi bir akademi, üniversite ve benzerinden mezun olduklarına dair kanıt sunmaları gerekir.

–          2510 sayılı İskan(Yerleşim) Kanunu’nun kapsamında olan yabancılar.

–          Eş ve çocukları dahil Avrupa Birliği ülkelerinin vatandaşları.

–          Türkiye’deki Diplomatik Temsilcilikler, Konsolosluklar ve Uluslararası Kuruluşlarda görevlendirilmiş yabancılar ve onların eş ve çocukları.

–          Kısa süreli bilimsel, kültürel ve sportif amaçlarla gelen yabancılar.

–          Kilit personel durumundaki yabancılar ve,

–          Elçilik veya Konsolosluk çerçevesindeki okullarda çalışan yabancı eğitimcilerin çalışma izni, Kültürel Kuruluşlar tarafından görevlendirilen yabancılar ve de Dini Kurumlarda görevlendirilen yabancılar.

Yabancıların Oturma İzni

Türk Hukuku’na göre, oturma izni başvurusu yabancı tarafından Emniyet Müdürlüğü’nün Yabancılar Şubesi’ne bizzat yapılmalıdır.

Yabancı kişinin çalışma süresi boyunca ailesi için de oturma izni verilir. Fakat, çalışma vizesi prosedürünün gecikmeye uğraması durumunda, yabancıya 3 aydan 12 aya kadar geçici bir vize verilecektir. Başvuran kişi, oturma izninin 1 hafta içinde sonuçlandığını bilmelidir.

Giriş ve Göçe İlişkin

24 Temmuz 1950 tarihli 5682 sayılı Türk Pasaport Kanunu’na göre, ülkeye girmek isteyenlerin Türk yetkili makamlarından vize almaları gerekir. Türkiye için 3 tür vize vardır:

a-      Tek girişlik vize: Bu vize türü verildiği tarihten itibaren 1 yıl için geçerlidir ve sadece bir kez giriş hakkı verir.

b-      Dönüş vizesi: Türkiye’den ayrılırken, yabancı, ayrılmadan önce geri dönüş vizesi alabilir ve bu ayrılış tarihinden itibaren 1 yıllığına geçerlidir.

c-       Çoklu giriş vizesi: Bu tür vize 3, 6 veya 12 aylığına giriş hakkı sağlar.

Ceza Hukuku

• Tutukluluğa İtiraz,
• Sanık Müdafiliği,
• Katılan Vekilliği,
• Uzlaştırma Çalışmaları,
• Etkin Soruşturma Yürütülmesine Aktif Katılım,
• Tutukluluğun İncelenmesinde Ve Savunma Hakkının Kullanılmasında Profesyonel Yardım.

İlkhan Hukuk Bürosu gerçek ve tüzel kişilere yönelik her türlü suç isnadı, cezai şikâyet, kovuşturma, soruşturma ve diğer ceza dava konularında müvekkillerine danışmanlık hizmetleri sunmakta ve ceza mahkemelerinde kendilerini gerek müşteki ve gerekse şüpheli vekili olarak temsil etmektedir.

Ticaret hukuku, hukuğun, ticaretle ilişkili tüm mevzuatı kapsayan bir alt dalıdır. Bireyler arasındaki ticari ilişkileri düzenler.

Hükümler, temel olarak Ticaret Kanunu‘nda toplanmıştır (1956’da 6762 sayılı yasa). Ayrıca Sermaye Piyasası Kanunu, Banka Kartları ve Kredi Kartları Kanunu ticaret hukuku kanunlarındandır.

Ticaret hukukunun genel kavramları tacir, ticari işletme, ticaret sicili, ticaret unvanı, haksız rekabet, ticari defterler, cari hesap, ticari işler tellallığı, acentalık, ticaret ortaklıklarıbaşlıklarında tanımlanır.

Ticaret ortaklıkları kollektif, komandit, anonim, limited, kooperatif ortaklıklarıdır. Belgelerle ilgili hukuk, kıymetli evrak başlığında toplanmıştır. Düzenlenme biçimleri nama yazılı ve hamiline yazılı olur. Kıymetli evrak poliçe, bono, çek, imtia senetleri, taşıma senetleri türlerindedir.

Deniz ticaret hukuku, sigorta hukuku (sosyal sigorta hariç) diğer ticaret hukuku konularıdır.

Şirket iki ya da daha çok kişinin bir araya gelerek, emek veya mallarını müşterek bir gayeye erişmek üzere bir sözleşme ile birleştirmeleridir. Bu tanımdan da anlaşılacağı üzere şirket; kişi, sözleşme, sermaye, müşterek amaç ve müşterek çaba unsurlarından oluşur. – Şirket kurabilmek için iki ya da daha fazla kişi gerekir. – Adi şirket hariç diğer şirketlerin kurulabilmesi için şirket sözleşmelerinin yazılı olması, imzaların noter tasdikli olması ve ticaret siciline tescil ve ilan edilmesi gerekir. – Sermaye şirketin iktisadi birlik olması sebebi ile ihtiyaç duyulan unsurdur. Sermaye olarak akla ilk para gelmekle beraber anonim ve limited şirketler hariç diğer şirket tiplerinde sermaye olarak emekte getirilebilmektedir.

Anonim şirketin asgari sermaye miktarı 50.000,00 TL. iken, limited şirketlerin asgari sermaye miktarı 5.000,00 TL.’dir. Bu şirketlerde azami sermaye miktarı kanunla belirlenmiş olduğundan bu şirketlere esas sermayeli şirketler denmektedir.

Şirketin söz konusu olması için bu beş unsurun da yerine getirilmiş olması şarttır. Aksi takdirde şirket sözleşmesinden bahsedilemez.

Şirketler temel olarak şahıs şirketleri ve sermaye şirketleri olarak ikiye ayrılırlar. Adi şirket, kolektif şirket ve komandit şirket şahıs şirketlerinden iken sermayesi paylara bölünmüş komandit şirket, limited şirket ve anonim şirket ise sermaye şirketlerindendir. Şahıs şirketlerinde ortakların kimlik, kişilik ve ilişkileri ön plana çıkarılıyorken, sermaye şirketlerinde sadece ortakların getirdikleri sermayeler önem taşımaktadır.

Sermaye yapılarına göre şirketler; sabit (esas) sermayeli şirketler, değişir sermayeli şirketler ve kayıtlı sermayeli şirketler olmak üzere üçe ayrılmaktadır.

Adi ortaklık: Tüzel kişiliği olmadığından ve şirketin kurucu sözleşmesinde geçerlilik şartı aranmadığından, adi şirketin kuruluşu çok basittir. Kanunu, ahlaka, adaba, emredici hükümlere, kamu düzenine, kişilik haklarına aykırı olmayan ve imkânsız olmayan her amacın gerçekleşmesi için adi ortaklık kurulabilir. Ultra Vires kuralı gereğince ortaklık ancak ana sözleşmede belirtilen konularda hak ehliyetine sahiptir. Sözleşmede aksine hüküm bulunmadığı sürece kar ve zarar eşit paylaştırılır. Bu şirketlerde yönetici aynı zamanda temsile yetkili kişidir. Ortakların şirket borçlarından dolayı sorumluluğu birinci derecede, sınırsız ve müteselsildir. Ortaklardan hiçbiri diğer ortakların rızasını almaksızın payını devredemez, yeni ortak alamaz ve payına iştirakçi alamaz. Şirket akdine dayanan tüm davalar, alacağın muaccel olduğu andan itibaren 5 yıllık zamanaşımı süresine tabidir.

Ticaret ortaklıklarının ortak özellikleri: Ticaret şirketlerinin hepsi tescil işlemi ile tüzel kişilik kazanırlar. Kurucular tarafından ancak kanunda sayılan ortaklık tiplerinden biri seçilebilir, bunların dışında karma tipte ortaklık yaratılamaz (sınırlı sayı ilkesi) Ticaret şirketlerin hak ehliyetleri ana sözleşmede yazılı işletme konuları ile sınırlıdır. Şirketlerin birleşmesi, tip değiştirmeleri ve bölünmeleri mümkündür.

Kollektif ortaklıklar: Bir ticari işletmeyi bir ticaret unvanı altında işletmek amacı ile gerçek kişilerce kurulan ve şirket borçlarından dolayı ortakların sorumluluğunun sınırlandırılmamış olduğu şirket tipidir. Kişi ortaklığının tipik örneklerindendir. Şayet kolektif ortaklıkta birden çok yönetici varsa, bunlardan her biri yönetim yetkilerini tek başına kullanabilir. Bir yönetici itiraz hakkına dayanarak diğer ortağın yaptığı işin şirket yararına olmadığı gerekçesi ile karşı çıkabilir. Kollektif ortaklıkta tüm ortakların denetim hakkı vardır ve tüm ortaklar rekabet yasağına tabidirler. Ortakların sorumluluğu ikinci derecede, sınırsız ve müteselsildir.

Adi komandit ortaklık: Bir ticari işletmeyi, bir ticaret unvanı altında işletmek amacı ile kurulan ve şirket borçlarından dolayı bir veya birkaç ortağın sınırsız, diğer ortak veya ortakların ise sınırlı sorumlu oldukları şirket tipidir. Sınırsız sorumlu ortağa komandite ortak, sınırlı sorumlu olana ise komanditer ortak denmektedir. Komanditer ortağın sorumluluğu koyduğu veya taahhüt ettiği sermaye miktarını aşamayacağı için, zarara da sermaye payı ile sınırlı olarak katılır. Şayet komanditer ortak sermaye taahhütlerini aşan bir miktar ile sorumlu olduğunu yazı ile açıklamış veya ilan etmişse üçüncü kişilere veya beyanın muhatabına karşı bu miktar ile sorumlu olur. Ortaklığı temsil etme yetkisi komandite ortağındır.

Limited ortaklık: İki ya da daha çok gerçek veya tüzel kişi tarafından bir ticaret unvanı altında kurulan, iktisadi konularda faaliyet gösteren, şirket borçlarından dolayı ortaklığın malvarlığı ile ortakların ise taahhüt ettikleri sermaye payları ile sınırlı olarak ve yalnızca ortaklığa karşı sorumlu bulundukları, esas sermayesi belirli ve ortak sayısına bölünmüş olan ticaret şirketidir. Ortakların sorumluluğu sınırlı ve ortaklığa karşıdır. Oy hakkı konulan sermayeye göre hesaplanır. Ortaklığın zorunlu organları genel kurul ve müdürlerdir. Bunun yanında ortak sayısının yirmiden fazla olması halinde denetçi/denetçiler atanması da zorunludur. Ortaklık sıfatı çıkma ve çıkarılma hallerinde kaybedilir. Bu hallerde bu işlemin geçerliliği için esas sermaye azaltılması işlemlerinin yapılması şarttır. Ortakların kar payı hakkı, tasfiye payı hakkı, yeni pay alma hakkı, genel kurul toplantısına katılma hakkı, ortaklık yönetimine ve temsiline katılma hakkı, denetleme hakkı ve çıkma hakları vardır. Ortakların sermaye borcunu ifa etme, aksi öngörülmemişse yönetim ve temsile katılma ve ana sözleşmede öngörülmüş ise rekabet yasağı olmak üzere üç tane yükümlülüğü bulunmaktadır.

Anonim ortaklık: Bir ticaret unvanı altında faaliyet gösteren esas sermayesi muayyen ve paylara bölünmüş olan borçlarından dolayı sorumluluğu malvarlığı ile ortakların sorumluluğu ise taahhüt etmiş oldukları sermaye miktarı ile sınırlı olan şirketlerdir. Her ortak getirdiği sermaye kadar sorumludur ve yönetim yetkisine sahiptir. Anonim ortaklık ani ve tedrici olarak iki türde kurulabilir. Ani kuruluşta tüm paylar, kurucular tarafından taahhüt edilmekte iken tedrici kuruluşta şirket paylarının bir kısmı kurucularca taahhüt veya temin edilmekte geri kalan kısım ise halka arz edilmektedir. Anonim ortaklılığın genel kurul, yönetim kurulu ve denetim kurulu olmak üzere üç tane zorunlu organı vardır.

Paylı komandit ortaklık: Sermayesi paylara bölünen ve ortaklarından bir veya birkaçının şirket alacaklıları karşısında kollektif şirket, diğerlerinin ise bir anonim şirket ortağı gibi sorumlu bulundukları şirkettir. Şirketin yönetim ve temsili, komandite ortaklara aittir ve komandite ortaklar şirkette denetçi olamazlar. Komandite ortaklar aynı zamanda rekabet yasağına tabidirler

Ticaret ve Şirketler Hukuku Alanındaki Dava Vekilliği Hizmetlerimiz

1.    Haksız rekabet davaları

2.    İflas ve iflas erteleme davaları

3.    Şirketlerin alacak davaları

4.    Ticaret ünvanına tecavüzün önlenmesi davaları

5.    Vergi hukukundan doğan davalar

6.    Ortaklıktan çıkma davaları

7.    Diğer Anonim ve Limited Şirket davaları

İş hukuku, işçi hakları, çalışma koşulları, işçi ücretleri, işçi sendikaları ve işveren-isçi ilişkileri ile ilgili konuları inceleyen hukuk dalıdır. Ancak; iş hukuku, tüm iş ilişkilerini düzenleyen bir hukuk dalı değildir. Örneğin kamu yönetiminde devlete bağlı olarak çalışan memurların iş ilişkileri iş hukukunun değil, idare hukukunun kurallarıyla düzenlenir.İş Hukuku önceleri özel bir hukuk dalı olarak kabul edilmiştir.Ancak günümüzde “Karma, bağımsız ve kendine özgü” bir hukuk dalı olarak kabul edilmektedir. İşçi üç açıdan işverene bağımlıdır. Bunlar; Teknik, Ekonomik ve Hukuki bağımlılıktır. İşçinin işverene işin yapılması ile yürütüm biçimi ve koşulları yönünden bağlı olması Teknik, iş görmesi karşılığında işverenden düzenli ve sürekli bir gelir elde etmesi Ekonomik, denetim ve yaptırım yetkileriyle de donatılmış bulunan işverenin gözetimi ve yönetimi, otoritesi altında iş görmesi ise Hukuki bağımlılığı ifade eder.

İş Hukukunun Temel İlkeleri -İşçinin Korunması İlkesi -İşçi Yararına Yorum İlkesi : Eğer yargı sürecinde mevzuatın yeterince açık olmayan bir hükmünün yorumlanması gerekiyorsa, bu hüküm işçinin yararı gözetilerek, işçi lehine karara bağlanır. (Mevzuatta açık ve seçik bir hükmün bulunmaması koşuluna bağlıdır)

4857 SAYILI İŞ KANUNUNUN UYGULAMA ALANI: İşler, İş İlişkileri, Kişiler ve İşyeri yönünden ayrı ayrı ele alınır. Hangi İşlere Ve İş İlişkilerine Uygulanmaz?

  1. Deniz Ve Hava Taşıma İşleri :Gemi kaptanı , uçağın hostesleri veya pilotları İK.’nın uygulama alanı dışındadır. Ancak “Kıyılarda veya liman ve iskelelerde gemilerden karaya veya karadan gemilere yapılan yükleme boşaltma işleri, havacılığın bütün yer tesislerinde yürütülen işler” İK.’nın uygulama alanına girecektir.
  2. Halı,kilim,dokuma gibi bir el sanatı işi, ev çatısı altında değil de kiralanan bir mekanda sürdürülüyorsa yada o iş de aile üyeleri ve akrabalar dışında sözgelimi bir komşu çalıştırılıyorsa İ.K.’ya tabi olacaktır.
  3. Ev hizmetlerinde çalışan hizmetçi, kahya, vb. kişiler tarafından sürdürülen işler İ.K ‘ya tabi değildir.
  4. Çırak olarak çalıştırılan kişiler ile onları çalıştıranlar arasındaki hukuki ilişki , çıraklık mukavelesi olarak adlandırılan bir sözleşme ile kurulur.
  5. İ.K. hükümleri profesyonel sporculara uygulanmaz. 6-Rehabilite edenler. İşveren Vekili : Kendisine verilen yetki sınırları içinde işvereni temsilen onun adına işletmeyi yönetir.Ancak, Kanun işveren vekilinin, işveren adına işçilere yönelik aldığı tüm karar ve sürdürdüğü uygulamalardan doğrudan işvereni sorumlu tutar. Bir işletmede işveren, birden çok kişiye bu alanda yetki verebilir,kanuna aykırı değildir.

Alt İşveren : Müteahhit veya taşaron olarak ifade edilirler.İşletmelerde inşaat, temizlik, özel güvenlik, boya-badana vb. işleri çoğu kez alt işverenlerle yapılır.Kanun alt işvereni, kendi işçilerine karşı asıl işveren ile birlikte sorumlu tutmuştur. İşçileri korumak amacıyla öngörülmüş bulunan, ortak ve zincirleme (müteselsil) nitelikteki bu sorumluluk önem taşır.

İşyeri : İşin fiilen yapıldığı yerdir.

Eklentiler : Dinlenme, çocuk emzirme, yemek, uyku,muayene gibi eklentiler işyerinden sayılmaktadir.

Araçlar : İşyerinde işin yürütülmesi için gerekli olan, sabit veya hareketli her türlü araçlar işyerinden sayılır. -Bir bankanın İst.daki merkezi yönetim birimi ile çeşitli illerdeki şubeleri tek işyeri olarak kabul edilemez.Banka şubeleri, müstakil işyerleridir. -Şehirlerarası yolcu taşıma hizmeti gören bir işletmenin yolcu taşıyan otobüsü, işyeri niteliği taşır.

İş sözleşmesinin 3 önemli unsuru vardır.Bunlar;İş,Ücret ve Bağımlılık unsurlarıdır.

İş Sözleşmesinin Başlıca Türleri:

  • Sürekli ve Süreksiz İş Sözleşmeleri:”Niteliği bakımından en çok 30 gün süren işlere süreksiz iş, daha uzun süren işlere ise sürekli iş” denir.
  • Belirli Ve Belirsiz Süreli İş Söz. :Sürenin ne zaman sona ereceği anlaşılabiliyorsa belirli süreli, süre konmamışsa ve durumdan da anlaşılamıyorsa belirsiz süreli iş sözleşmesi yapılmıştır.
  • Tam ve Kısmi Süreli İş Sözleşmeleri:İşçinin normal haftalık çalışma süresi (45 saat) üzerinden yapılan sözleşmelere tam süreli, daha kısa belirlenmesi halinde ise kısmi süreli iş sözleşmesi denir.
  • Çağrı Üzerine Çalışmaya Dayalı İş Sözleşmeleri:Kısmi süreli bir iş sözleşmesidir.Yazılı olarak yapılmalıdır.Çağrı üzerine çalışma ilk olarak 4857 sayılı İş Kanunu ile Türk hukukuna girmiştir.İşçinin ne kadar süreyle çalışacağını taraflar belirlemedikleri takdirde, haftalık çalışma süresi 20 saattir.
  • Deneme Süreli İş Sözleşmelerieneme süresi en çok 2 aydır.Taraflar anlaşırsa toplu iş söz.yle deneme süresi en çok 4 aya kadar uzatılabilir.deneme süresi kararlaştırılmış iş sözleşmelerine deneme süreli iş sözleşmesi denir.
  • Takım Söz.İle Oluşturulan İş Söz:Birden çok işçinin meydana getirdiği bir takımı temsilen bu işçilerden birinin takım kılavuzu sıfatıyla işverenle yaptığı sözleşmeye takım söz. denir.Yazılı olarak yapılması gerekir.Sözleşmede her işçinin kimliği ve alacağı ücret ayrı ayrı gösterilir. Çıraklık sözleşmesi ve 1 yıl veya daha uzun süreli iş sözleşmelerinin de yazılı olarak yapılması zorunludur. Ancak,belirli süresi bir yıldan az olan iş söz. ile , belirsiz süreli iş söz. herhangi bir şekil şartına bağlanmamıştır.

GEÇİCİ İŞ İLİŞKİSİ:İşverenin işçisini bir başka işverene devrettiği bir iş ilişkisidir.Geçici iş ilişkisi 6 ayı geçmemek üzere yazılı olarak yapılır, gerektiğinde en fazla iki defa yenilenebilir.

İŞ SÖZLEŞMESİNDE TARAFLARIN BORÇLARI

İşçinin Borçları :

  •  Çalışma Borcu
  •  Bizzat Çalışma Borcu
  •  Özenle Çalışma Borcu
  •  İşverene Bağımlı Şekilde Çalışma Borcu: İşi yaparken kendi bildiği,istediği gibi değil, işverenin istediği şekilde yapma zorunluluğudur.
  •  Sadakat Borcu : İşçinin işverenin menfaatlerini koruması , mesleki sırlarını koruması.
  •  Disiplin Borcu : İşçinin işyerinin kurallarına uyma zorunluluğudur.
  • İşverenin Borçları:
  • Ücret Ödeme Borcu : Ücretin Türk parası ile ve en geç ayda bir ödenmesi gerekir.Ücreti işveren veya işveren vekili ödeyebileceği gibi 3.şahıslar da ödeyebilir.Lokantalarda servis karşılığı müşterilerin ödediği paralar buna örnektir.
  • İş Sağlığı Ve İş Güvenliği Tedbirlerini Alma Borcu : İşverenler, işyerinde meydana gelen iş kazasını ve tespit edilecek meslek hastalığını en geç 2 işgünü içinde yazı ile, ilgili Bölge Müdürlüğü’ne bildireceklerdir.
  • İşe Uygun İşçi Çalıştırma Borcu :İşverenler yaş,cinsiyet,kıdem,eğitim,mesleki ve fiziksel ve ruhsal sağlık gibi faktörleri dikkate almalıdırlar.
  • İş Nedeniyle Zarar Gören İşçiye Ait Alet,Taşıt Ve Hayvanları Tazmin Borcu :Bazı istisnai hallerde işçi kendi aletleriyle çalışabilir. İşveren işçinin iş nedeniyle bozulan zarar gören aletlerinin yada sakatlanan hayvanlarını tazmin etmek zorundadır.
  • Eşit Davranma Borcu -İşçinin Buluşlarından Ötürü Ödeme Yapma Borcu :Ekonomik değeri olan, işveren öneml, avantajlar sağlayan bir buluş gerçekleştiren işçilere, işveren bir ödeme yapmakla yükümlüdür.

İŞ İLİŞKİSİNİN SON BULMASI VE SONUÇLARI GENEL SEBEPLERLE SONA ERME : İş sözleşmesinin Borçlar Kanunu’nda gösterilen ve iş hukukuna özgü olmayan bazı sebeplerle sona ermesine genel sebeplerle sona erme adı verilmektedir.

  1.  İş Sözleşmesinin Hükümsüzlüğü: İş sözleşmesinin yapılması sırasındaki eksiklikler veya sakatlıklar genel sebeplere bağlı olarak sözleşmenin geçersiz sayılması veya iptal edilmesi sonucunu ortaya çıkarmaktadır. Mutlak butlan, kısmi butlan, nispi butlan ( iptal edilebilirlik ) / ( bk: ünite 3 )
  2.  Ölüm : İşçinin ölümüyle birlikte iş sözleşmesi sona erer. Diğer borçlarda olduğu gibi işçinin ölümüyle birlikte mirasçılara geçmektedir.İşverenin ölmesi halinde ise ; işverenin iş sözleşmesinden doğan borçları kişisel bir edim içermediğinden kural olarak iş söz.i sona ermez ve sözleşmeden doğan haklar ve borçlar mirasçılara geçer.
  3.  Tarafların Anlaşması :Taraflar iş söz.ni her zaman sona erdirebilirler. İş söz.ni sona erdiren anlaşma açık olabileceği gibi , zımni (üstü örtülü) de olabilir. Mesela; 5 yıl süreli bir iş söz.ni taraflar anlaşarak 3.yılın sonunda sona erdirebilirler.
  4.  Belirli Sürenin Bitimi : Belirli Süreli İş Söz.i sürenin dolması ile kendiliğinden sona erer.burada karşılıaşılabilecek bir durum; sürenin sona ermiş olmasına rağmen işçinin çalışmaya, işverenin de onu çalıştırmaya devam etmesidir.Bu durumda iş söz.i sükut (susma) ile yenilenmiş olur.Sona eren iş söz.i 1 yıl yada daha uzun süreli iş söz.i ise, en çok 1 yıl için uzar. 1 yıldan kısa süreli bir iş söz.i ise; iş söz.nin süresi kadar uzayacaktır. (örn;6 aylık söz. ise, 6 ay uzar) Sükut ile iş söz.nin sürekli yenilenmesi halinde ortaya çıkan sözleşmeye zincirleme iş sözleşmesi denir.

A) SÜRELİ FESİH ( BİLDİRİMLİ FESİH ) : Sadece, belirsiz süreli iş söz.i süreli fesih ile sona erdirilebilir. İşçilerin, işyerindeki çalışma süreleri ile orantılı olarak iş söz.i feshedildikten sonra belli bir süre daha çalışmalarını öngören sona erme şeklidir. İş söz.nin feshinden önce durumun karşı tarafa bildirlmesi gereklidir. Fesih bildirimi, tek taraflı bir bildirimdir, karşı tarafın kabul etmesine gerek yoktur. Bildirimin yazılı olarak ve imza karşılığında yapılması gereklidir. Süreli Fesih Sebebi : 30 veya daha fazla işçi çalıştıran işyerlerinde

(1.koşul) en az altı ay kıdemi olan işçinin

(2.koşul) belirsiz süreli iş söz.i , işveren tarafından işçinin yeterliliği veya davranışları yada işletmenin, işyerinin veya işin gereklerinden kaynaklanan geçerli bir sebebe dayanarak feshedilmesi gereklidir. -İşçinin yeterliliği ve davranışları,işçinin kişiliği ile ilgili olan sebepleri oluştururken; işletmenin, işyerinin veya işin gereklerinden kaynaklanan sebepler de işyeri ile ilgili olmaktadır.İşçinin yetersizliğinden ve davranışlarından kaynaklanan sebepler ancak işyerinde olumsuzluklara yol açıyorsa geçerli fesih sebepleri olacaktır.

İşletmenin, işyerinin veya işin gereklerinden kaynaklanan sebepler, işyeri dışından veya içinden kaynaklanan sebepler olarak iki yönde değerlendirilebilir. işyeri dışından kaynaklanan sebeplere ; enerji sıkıntısı, ekonomik kriz, İşyeri içi sebeplere ise; işyerinin daraltılması, yeni teknolojinin uygulanması, işyerinini bazı bölümlerinin iptal edilmesi örnek olarak verilebilir. İşveren ; teknolojik, ekonomik,yapısal işyeri veya işin gerekleri sonucu toplu işçi çıkarmak istediğinde, bunu en az 30 gün önce bir yazı ile, işyeri sendika temsilcilerine, ilgili bölge müdürlüğüne ve Türkiye İş Kurumu’na bildirmek ve işyerinde ilan etmekle yükümlüdür. İ.K.’ya göre işyerinde çalışan işçi sayısı; 20 – 100 işçi arasında ise ; en az 10 işçinin, 101 – 300 işçi arasında ise ; en az %10 oranında, 301 ve daha fazla ise ; en az 30 işçinin işine son verilmesi toplu işçi çıkarma olarak kabul edilecektir. İşyerinin bütünüyle kapatılarak kesin ve devamlı surette faaliyete son verilmesi halinde, işveren sadece durumu en az 30 gün önceden ilgili bölge müdürlüğüne ve Türkiye İş Kurumu’na bildirmek ve işyerinde ilan etmekle yükümlüdür.

Bildirim Süresi: -İşi 6 aydan az sürmüş olan işçinin, bildirimin diğer tarafa yapılmasından başlayarak 2 hafta sonra,

İşi 6 aydan – 1,5 yıla kadar sürmüş olan işçi için, bildirimin karşı tarafa yapılmasından başlayarak 4 hafta sonra,

– İşi 1,5 yıldan

– 3 yıla kadar sürmüş olan işçi için, bildirimin karşı tarafa yapılmasından başlayarak 6 hafta sonra,

– İşi 3 yıldan fazla sürmüş olan işçi için, bildirimin yapılmasından başlayarak 8 hafta sonra feshedilmiş sayılır. Bildirim Süreleri İçinde Tarafların Durumu: İşverenin bildirim süreleri içinde işinden ayrılan yada işinden çıkartılan işçiye yeni bir iş bulması için günde en az 2 saat iş arama izni vermek zorundadır.

Fesih Bildirimine İtiraz, Geçersiz Feshin Sonuçları : İş söz.i feshedilen işçi fesih bildiriminde sebep gösterilmediği veya gösterilen sebebin geçerli olmadığı iddiası ile fesih bildiriminin tebliğ tarihinden itibaren 1 ay içinde İş Mahkemesinde dava açabilir. Feshin geçerli bir sebebe dayandığını işveren ispatlamak zorundadır. İşveren tarafından geçerli bir sebep gösterilmediği veya gösterilen sebebin geçerli olmadığı mahkemece veya özel hakem tarafından tespit edilerek feshin geçersizliğine karar verildiğinde, işveren, işçiyi 1 ay içinde işe başlatmak zorundadır. İşçinin mahkeme kararının kesinleşmesine kadar çalıştırılmadığı süre içinde en çok 4 aya kadar doğmuş bulunan ücret ve diğer hakları da kendisine ödenir. İşçi, kesinleşen mahkeme veya özel hakem kararının tebliğinden itibaren 10 iş günü içinde işe başlamak için işverene başvuruda bulunmak zorundadır.İşçi bu süre içinde başvurmazsa, işveren tarafından yapılmış olan fesih, geçerli bir fesih haline gelir ve işveren sadece feshin hukuki sonuçları ile sorumlu olur.

Usulsüz Ve Kötüniyet Oluşturan Süreli Fesih -Usulsüz Süreli Fesih : Bildirim şartlarına uyulmaksızın yapılan fesih, usulsüz süreli fesihtir.İş söz.ni fesheden işçinin veya işverenin bildirim sürelerine uymaması halinde karşı tarafa bildirim süreleri tutarındaki ücreti ihbar tazminatı olarak ödeyecektir. -Kötüniyet Süreli Fesih : İşçinin işveren hakkında şikayette bulunması veya işveren aleyhinde dava açması yada şahitlik yaptığı için iş söz.nin sona erdirilmesi gibi haller iş söz.nin kötüniyetli feshi olarak düşünülebilir.

B) DERHAL FESİH ( BİLDİRİMSİZ FESİH ) :Süreli fesih sadece süresi belirsiz olan iş söz.nde yapılabilirken, derhal fesih, hem süresi belirli olan hemde süresi belirsiz olan iş söz.nde yapılabilmektedir.

*** İşçi Yönünden Derhal Fesih Sebepleri ***

Sağlık Sebepleri :

  •  Bir işin yapılması, işin niteliğinden doğan bir sebeple işçinin sağlığı ve yaşayışı için tehlikeli olursa, işçi iş söz.ni derhal fesih ile sonlandırabilir.
  •  İşçinin sürekli olarak yakından ve doğrudan görüştüğü işveren yada başka bir işçinin bulaşıcı bir hastalığa yakalanması halinde işçi derhal fesih hakkını kullanabilir.

-Ahlak ve İyiniyet Kurallarına Uymayan Haller Ve Benzerleri: İşverenin, işçinin işi kabul etmesindeki esaslı noktalardan biri hakkında yanlış bilgi vermesi,İşverenin tacizde bulunması, işçinin diğer bir işçi veya 3.şahıs tarafından cinsel tacize uğraması ve bu durumu işverene bildirmesine rağmen gerekli önlemlerin alınmaması halinde,işçinin veya ailesinin hakkında namusuna dokunacak sözler söylemesi, işveren tarafından işçinin ücreti ödenmezse, işçi iş söz.ni derhal fesih ile sonlandırabilir.

Zorlayıcı Sebepler : İşçinin çalıştığı işyerinde bir haftadan fazla bir süre ile işin durmasını gerektirecek zorlayıcı sebepler ortaya çıktığında işçi iş söz.ni derhal fesih ile sonlandırabilir.

Zorlayıcı sebep; önceden tahmin edilemeyen dolayısıyla önlem alınamayan olaylardır.Deprem, su baskını gibi.. Zorlayıcı sebeple çalışamayan işçiye, işveren çalışamadığı sürenin ancak 1 haftası için yarım gündelik ücret öder.

**İşveren Yönünden Derhal Fesih Sebepleri**

  •  Sağlık Sebepleri : İşçinin kendi kastından ve düzensiz hayatından kaynaklanan sebeplerden doğacak devamsızlığın ardı ardına 3 işgünü veya 1 ayda 5 iş gününden fazla olması halinde, işveren işçinin iş söz.ni derhal fesih ile sonlandırabilir.
  •  Ahlak ve İyiniyet Kurallarına Uymayan Haller Ve Benzerleri: İş söz.i yapıldığı sırada iş için gerekli vasıflar ve şartlar kendisinde bulunmadığı halde bunların kendisinde bulunduğunu ileri sürerek işçinin işvereni yanıltması halinde, işverenin veya ailesinin hakkında namusuna dokunacak sözler söylemesi,işçinin işverenin güvenini kötüye kullanması,hırsızlık yapması, işçinin işyerinde 7 günden fazla hapisle cezalandırılan bir suç işlemesi halinde, işçinin yapmakla yükümlü bulunduğu görevleri yapmaması,işçinin kendi isteği ile işin güvenliğini tehlikeye düşürmesi,makina veya başka eşyalara 30 günlük ücreti ile ödenmeyeek hasara uğratması, işçinin işverenden izin almaksızın veya haklı bir sebebe dayanmaksızın ardı ardına 2 işgünü veya 1 ayda 3 işgünü işine devam etmemesi halinde işveren işçinin söz.ni derhal fesih ile sona erdirebilir.
  • Zorlayıcı Sebepler : İşçiyi işyerinde 1 haftadan fazla süre ile çalışmaktan alıkoyan zorlayıcı sebebin ortaya çıkması halinde, işveren işçinin söz.ni derhal fesih ile sona erdirebilir.Su basması, şiddetli kar sebebiyle işe gelememek işiç açısından zorlayıcı sebeptir. Derhal Fesih Hakkını Kullanma Süresi : Ahlak ve iyiniyet kurallarına uymayan haller ve benzerlerine dayanarak söz.yi fesih yetkisi için taraflar iki taraftan birinin bu çeşit davranışlarda bulunduğunu öbür tarafın öğrendiği günden başlayarak, 6 işgünü geçtikten ve fiilin olmasından itibaren 1 yıl geçtikten sonra kullanamayacaklardır. Burada, zamanaşımı süresi değil, hak düşürücü süre sözkonusudur.

SENDİKALARIN KURULMASI VE YÖNETİLMESİ Kuruluş Türleri ve Kurulma Koşulları :İşçi ve işverenlerin yalnızca sendika ve konfederasyon halinde örgütlenmelerine izin verilmiştir.Federasyon, birlik başka bir kuruluşun olanak yoktur. Sendika : İşçilerin ve işverenlerin çalışma ilişkilerinde, ortak, ekonumik ve sosyal hak ve menfaatlerini korumak, gelişitirmek için meydana getirdikleri tüzel kişiliğe sahip kuruluşlardır. İşçi Sendikası : İşçi sendikaları;

• İşkolu esasına göre,

• Bir işkolunda işyerlerinde çalışan işçiler tarafından ve

• Türkiye çapında faaliyette bulunmak üzere kurulabilir.. Bir işyerinin girdiği işkolunun saptanması, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’nca yapılır ve Bakanlık tespit ile ilgili kararını Resmi Gazetede yayımlar. İşveren Sendikası : İşveren sendikaları ancak ;

• İşkolu esasına göre,

• Bir işkolunda işyerlerinde çalışan işverenler tarafından ve Türkiye çapında faaliyette bulunmak üzere kurulabilir. Kamu Görevlileri Sendikaları : Kamu görevlilerinin de sendika kurma hakkı vardır ancak grev hakkı tanınmamıştır. Konfederasyon : “Değişik işkollarında (1.koşul ) en az 5 sendikanın bir araya gelmesi ( 2.koşul ) suretiyle meydana getirdikleri tüzel kişiliğe sahip üst kuruluşlardır” Ayrıca işçi ve işverenlerin kurabileceği tek sendikal üst kuruluştur. Kuruluş İşlemleri : Sendika ve konfederasyonların kurulması yalnızca, hazırlanan tüzüğün, kanunda gösterilen diğer belgelerle birlikte sendika ve konfederasyonun merkezinin bulunduğu ilin valiliğine makbuz karşılığında bir dilekçe ile verilmesi koşuluna bağlıdır. Tüzük ve diğer belgelerin ilgili valiliğe verilmesi ile birlikte sendika yada konfederasyon tüzel kişilik kazanır. Bundan sonra kurucuların, tüzüğü ve ilk genel kurul toplantısına kadar sendika ve konfederasyonu sevk ve idare ile görevli kişilerin ad ve soyadlarını,mesleklerini, ikametgahlarını Ankara,İstanbul ve İzmir’de yayınlanan ve ülke çapında dağıtılan günlük bir gazetede 15 gün içinde ilan etmeleri gerekir.

SENDİKALARIN YÖNETİLMESİ Sendikaların Organları : Sendikaların organları ; Zorunlu organlar ve İsteğe Bağlı ( İhtiyari ) Organlar’dır. – Sendikaların, sendika şubelerinin ve konfederasyonların zorunlu organları ; “Genel Kurul, Yönetim Kurulu, Denetleme Kurulu ve Disiplin Kurulu’dur”. – İsteğe bağlı organlar ; Başkanlar Kurulu, Onur Kurulu, Temsilciler Kurulu, Araştırma Kurulu, Eğitim Kurulu’dur.

  1.  GENEL KURUL : Sendikaların, sendika şubelerinin ve konfederasyonların en üst zorunlu organıdır.
  2. YÖNETİM KURULU : Sendika ve sendika şubelerinin yönetim kurulu ; en az 3 , en çok 9 üyeden, konfederasyonların yönetim kurulları ise ; en az 5, en çok 29 üyeden oluşur.
  3. DENETLEME KURULU : Sendikaların zorunlu organlarından Denetleme Kurulu, genel kurulca seçilecek 3 denetçiden oluşur.
  4. DİSİPLİN KURULU : Sendikaların zorunlu organlarından Disiplin Kurulu en az 3 , en çok 5 üyeden oluşur. Disiplin kurulu, üyelikten çıkarma dışındadkki ve ancak tüzükte gösterilen disiplin cezalarını verebilir. Üyenin sendika ve konfederasyondan çıkarılma kararı ise genel kurulca verilebilmektedir.

SENDİKALARDA YÖNETİCİLİK VE TEMSİLCİLİK

Sendika Yöneticiliği : Yönetim ve denetleme kurulu üyeleri yönetici sıfatını taşırlar. Konfederasyon, sendika ve sendika şubelerinin başkanları ve yöneticileri göreve seçildikten sonra 3 ay içinde kendilerinin, eşlerinin, çocukların mal varlığı bildirimini notere vermek zorundadırlar.

İşyeri Sendika Temsilciliği : İşyeri sendika temsilcisi atama yetkisi, toplu iş sözleşmesi yapmak üzere yetkisi kesinleşen sendikaya aittir.Yetkili sendika, işyerindeki işçi sayısına bağlı olarak sendika temsilcisi atayabilir. İşyeri sendika temsilcisi olarak atanacak kişilerin, sendikanın işyerinde çalışan üyeleri olmaları gerekir. İşçi sayısı 50’ye kadar ise ; 1 temsilci İşçi sayısı 51-100 arasında ise ; 2 temsilci İşçi sayısı 101-500 arasında ise ; 3 temsilci İşçi sayısı 501-1000 arasında ise ; 4 temsilci İşçi sayısı 1001-2000 arasında ise ; 6 temsilci İşçi sayısı 2000’den fazla ise ; 8 temsilci İşyeri sendika temsilciliği görevini sona erdiren ilk sebep, işyeri sendika temsilcisi atamaya yetkili sendikanın yetkisini kaybetmesidir. Diğer sebepler ; temsilcinin sendika üyeliğinin sona ermesi, sendikanın işyeri sendika temsilcisini görevden alması yada temsilcinin kendi isteğiyle görevden ayrılması ve temsilcinin başka bir işyerine geçmesi halidir. Sendikaların Tutacakları Defterler :Üye kayıt, karar, gelen ve giden evrak, zimmet, gelir ve gider, demirbaş, bilanço, aidat, envanter ve kesin hesap, genel kurul karar, denetleme kurulu karar, disiplin kurulu karar, yevmiye ve defteri kebir defterleri’dir… Bu defterlerin her olağan genel kurulu izleyen 15 gün içinde notere onaylatılması zorunludur. Sendika ve konfederasyonlar defter ve belgeleri ilgili bulundukları yılı izleyen takvim yılından başlayarak, 10 yıl süreyle saklamak zorundadırlar. Sendika ve konfederasyonların tutması gerekli fişler ise ; “üye kayıt fişi” ve “üye çıkış bildirimi

İş uyuşmazlıkları, genellikle İş Mahkemelerinde, İş Mahkemesi bulunmayan yerlerde ise İş Mahkemesi sıfatı ile Asliye Hukuk Mahkemelerinde görülür.

İş ve Sosyal Güvenlik Hukuku Alanındaki Dava Vekilliği Hizmetlerimiz

1.    İş akdinin feshi davaları

2.    İş kazası ve iş kazasından doğan tazminat davaları

3.    İşe iade davaları

4.    Kıdem ve ihbar tazminatı davaları

5.    Hizmet tespiti davaları

6.    Sözleşmenin yorumlanması davaları

7.    Sosyal sigorta davaları

Her nevi konut, otel, site, endüstriyel tesis, fabrika, enerji santrali, iş merkezinin proje geliştirme aşamasından satışına ve devrine ilişkin tüm süreçlerde hukuki danışmanlık ve avukatlık hizmetlerimizle müvekkillerimizin yanında yer almaktayız. Bu süreçlerde ortaya çıkabilecek her tür dava, icra takibi, tecavüzün men’i talebi, delil tespiti, irtifak tesisi konularında müvekkillerimizi temsil etmekte ve hukuki destek sağlamaktayız.

Gayrimenkul Hukuku alanında size aşağıdaki konularda hukuki destek verebiliriz:

– Gayrimenkul satış ve devrine ilişkin sözleşmelerin hazırlanması, satış vaadi, önalım ve sair proje geliştirme sözleşmelerinin hazırlanması;

– Gayrimenkullerin kiralanması, üzerlerinde intifa veya sükna gibi sınırlı ayni hakların kurulması; rehin ve ipotek tesisi;

– Tapu incelemeleri yapılması ve durum tespit raporlarının hazırlanması;

– Gayrimenkul finansmanı konularında hukuki destek verilmesi; mortgage kredileri, iş ortaklığı (joint venture) sözleşmeleri; proje finansmanı, teminat ve kredi sözleşmelerinin hazırlanması;

– İş geliştirme, mimarlık, inşaat, inşaat yönetimi, proje yönetimi, pazarlama, işletme, lisans, aracılık, simsarlık sözleşmelerinin hazırlanması ve müzakeresi;

– Tapu ve imar hukukuna ilişkin hukuki destek ve avukatlık hizmetleri sunulması; tapu iptal, tapu düzeltme, tecavüzün men’i davalarının açılması ve takibi.

Bilişim Hukuku ve Avukatlık

Bilişim Hukuku; Kanunda açıklanan bilişim teknolojileri yöntemleriyle işlenen suçları incelemektedir. Bilişim Teknolojilerine günümüzde verilecek en büyük örnek Bilgisayarlar ve İnternettir. Geniş anlamda ise veri işleyebilen her türlü teknolojik cihaz ve yazılım bilişim hukukunu ilgilendirmektedir. Avukatlar ise bu Bilişim Hukukunun uygulanmasında mahkemelerde ve soruşturma aşamalarında savunmanlık ve danışmanlık alanında hizmete vermekle beraber yargılamanın her safhasında bilirkişi olarak dahi görev yapmaktadırlar.

Bilişim Suçları

Bilişim Suçları, internet ve bilgisayar kullanımının hızla artması ile giderek artan bir ivme sergilemektedir. Her geçen gün yenilenen teknoloji ile verileri koruyan sistemlerin açıkları daha kolay tespit edilmekte, paralel olarak ta yine sistemlerin güvenliği daha ileri teknolojilerle güvenlik altına alınmaktadır. Teknolojik yenilikleri takip etemeyen ve yenilenmeyen bilişim sistemleri ise güvenlik açıkları ile kullanıcılarını tehlikeye atmaktadır.

Müşteki (Zarar Gören) Açısından Bilişim Hukukunun Uygulanması

Her ne kadar yeterli güvenlik sağlanmadıysa da bilişim sistemlerine izinsiz olarak erişmek ve verileri değiştirmek-silmek kanunen suç sayılmaktadır. Her hangi bir nedenden dolayı verileri silinen veya değiştirilen kişiler Bilişim Hukukunu dayanak göstererek savcılıklara suç duyurusunda bulunabilirler. Örnek vermek gerekirse bir şirket yada şahısın kullandığı mail adresine izinsiz olarak girilmesi ve maillerin silinmesi bilişim hukuku açısından suç sayılmaktadır. Bu suçlar şikayete bağlı olup savcılık tarafından resen soruşturma yapılamamaktadır. Şikayet bireysel olarak yapılabileceği gibi avukat aracılığı ile de yapılabilmektedir.

Yapılan soruşturma sonrasında suç işlendiğine dair yeterli delil elde edilmesi halinde savcılık tarafından tespit edilen şüpheliler hakkında dava açılarak ceza almaları talep edilecektir. Bu aşamadan sonra şikayette bulunan müştekiler dilerlerse davaya katılarak takip edebileceklerdir. Davanın takibi bireysel olarak yapılabileceği gibi yine avukat ile de takip edilmesi mümkündür.

Şüpheli  Açısından Bilişim Hukukunun Uygulanması

Her ne kadar teknoloji ilerlese de bazen yapılan yanlış incelemeler yada bilinçli olarak zarar vermek adına haksız yere kişiler hakkında şikeyetlerde bulunularak dava açılmasına sebebiyet verilmektedir. Bilinen ve yaşanan en çok örnek ise bir şirkette çalışan kişinin işten kötü şartlarda ayrılması sonrasında kendisi hakkında  şirket bilgilerini silmek suçlarından şikayetlerde bulunulmasıdır. Aynı şekilde yine şirket tarafından maillerin silinmesi suçlarından da şikayetlerde bulunulmaktadır.

Bu gibi durumlarda da yine şüpheliler hakkında dava açılarak ceza almaları talep edilmektedir. Bu kişiler de mahkemelerde savunmalarını kendileri yapabileceği gibi avukat aracılığı ile de savunmalarını yapabileceklerdir.

Elektronik Ticaret Hukuku

E-TİCARET HUKUKU ve UYGULAMALARIMIZ

E – Ticaret Hukuku; Kuşkusuz ülkemizde 2012 yılının yıldızı e ticaret oldu. 2012 yılında e ticaret sitelerinin yabancı firmalar ile birleşme ve devralmaları sonucunda sektöre yansıyan aktiflerin sonucu sektör şaşırtıcı bir şekilde başarıyla parladı. Tabi bu başarı sadece e ticaret şirketlerinin altyapı anlamında hazır olmaları sayesinde olmadı. Başarı aynı zamanda; Türk şirketlerinin e ticaret konusunda doğru hukuki danışmanlık hizmetlerini alması sonucunda oluştu.

Çünkü e ticaret her ne kadar 2011 ve 2012 yılının yükselen sektörü olsa da ülkemizde yeni bir alan olduğunu söylememiz yanlış olmaz. Dolayısıyla e ticaret şirketlerinin salt satış yapmalarının yanında satışlarını mevzuata uygun bir şekilde yapmaları da önemliydi. Elektronik Ticaret Hukuku internet üzerindeki satış kapasitesinin artması sebebiyle her geçen gün daha önemli hale gelmektedir. Elektronik Ticaret Hukuku üzerine özel bir kanun çıkmış olmasa da internet sebebiyle çıkarılan kanunlar ve genel ticari kurallardan kaynaklı uygulamalar yapılmaktadır. Elektronik Ticaret Hukuku internet üzerinde yapılan satış risklerinin minimize edilmesi, uzaktan satış yönetmeliğine uygun satışların yapılması, servis sağlayıcılarının sorumluluğu gibi birçok nedenden dolayı oldukça önemli hale gelmiştir.

Türkiye için yabancı yatırım kaynağı olan E-Ticaret ivmesi her geçen gün daha da artmaktadır. Bu artışa paralel olarak birçok yeni web sitesi açılmış ve internet üzerinden satış işlemleri yapılmaya başlanmıştır. Firmaların çoğunluğu maliyet olarak daha uygun olması ve müşteriye ulaşma kolaylığı sebebiyle e-ticaret işlemlerine yönelmiştir. E-Ticaret işlemlerinde oluşabilecek birçok sıkıntının bertaraf edilmesi için ofisimiz danışmanlık hizmetleri sunmaktadır.

Ofisimiz bu alanda sayılı hukuk bürosu arasından sıyrılarak e ticaret hukukunda;

  • Domain isminin alınması ve sair konularda danışmanlık verilmesi
  • E – Ticaret Hukukuna uygun bir şirketin kurulumu
  • E ticaret yapan şirketin faaliyeti süresince mevzuata uygun ticaret yapılabilmesi için danışmanlık verilmesi
  • E ticaret alanında büyüyen firmaların kapsamlı, nitelikli sözleşmelerinin hazırlanması
  • E ticaret satışlarında oluşabilecek müşteri memnuniyetsizliği ve şirket aleyhine çılabilecek davalarda vekillik
  • Bilişim hukuku konusunda e ticaret şirketlerine danışmanlık verilerek oluşabilecek dolandırıcılıklara karşı şirketlerin haklarının korunmasının sağlanması
  • Her türlü dolandırıcılık karşısında savcılık şikâyetlerinin yapılması
  • WIPO davaları

Hizmetlerini ofis bünyesinde tam ve eksiksiz olarak verebilmektedir.

Fikri ve Sınai Mülkiyet Hukuku

Fikri Ve Sınai Mülkiyet, ülkelerin hukuki, ekonomik, sosyal ve kültürel gelişiminin ayrılmaz bir parçasıdır. Bu nedenle fikri ve sınai mülkiyet hakları içerdikleri ekonomik değer gereği ticari işletmelerin de vazgeçilmez bir unsuru haline gelmiştir.

Marka, Patent, Faydalı Model, Endüstriyel Tasarım ve Coğrafi İşaretlerden oluşan Fikri ve Sınai Mülkiyet, ülkelerin teknolojik ve ekonomik anlamda ilerlemeleri için önemli bir araç haline gelmiştir. Dünya genelindeki ticaret giderek küreselleşirken, gelişmekte olan ülkeler de aynen gelişmiş ülkelerde olduğu gibi kendi ilerlemeleri için bu araçtan yararlanmaya başlamıştır.

Odaman & Taşkın Hukuk Bürosu’nun Marka ve Patent hukuku avukatları, Türkiye ve İstanbul’da şirketlere ve bireylere İstanbul ve Türkiye’de marka tescili, İstanbul ve Türkiye’de patent tescili, İstanbul ve Türkiye’de endüstriyel tasarım tescili, marka hukuku ve davaları ile ilgili, patent hukuku ve patent davaları ile ilgili, endüstriyel tasarım hukuku ve davaları ile ilgili konularda müvekkillerine marka vekili olarak, patent vekili olarak, İstanbul ve Türkiye’de  Fikri Ve Sınai Mülkiyet hukuku konularında, marka hakkına tecavüzün önlenmesi, İstanbul taklit markaların toplatılması, marka hakkının korunması için hukuk ve ceza davalarının açılması, marka hukuk davaları ve marka ceza davaları ile ilgili konularda yabancı gerçek ve tüzel kişiler adına marka hukuku avukatları, patent hukuku avukatları tarafından şirketlerin ve bireylerin talep ettiği her türlü marka ve patent hukuku konularında hukuki hizmeti sağlamaktadır. Fikri Ve Sınai Mülkiyet, endüstrileşmiş bir ülke olma yolunda artık vazgeçilmez bir unsurdur.

Günümüzde Fikri Ve Sınai Mülkiyet, Türkiye’de ve Dünyada kabul gören bir değer olarak şirketler için de yerel ve uluslararası alanda hukuki korumayı zorunlu kılan bir unsur haline gelmiştir.

1-MARKA
Dünya Fikri ve Sınai Mülkiyet Teşkilatı (WIPO) markayı şöyle tanımlamaktadır: “Marka belirli bir kimse veya kuruluş tarafından üretilen veya sağlanan belirli mal ve hizmetleri tanımlayan ayırt edici işarettir.” Ticari bir işletmenin kendisini tüketiciye anlatmasının ve tüketiciye ulaşmasının en kısa yolu olan marka, üretici ile tüketici arasında bir köprü görevi görür.

Marka tescili
» Ayırt edici niteliği sayesinde pazarda öncelik sağlar.
» Dürüst ticaret anlayışını sağlamlaştırır.
» İşletmenin ekonomik ve sosyal gelişimine katkıda bulunur.
» Yaratıcılığınızla oluşturduğunuz Fikri ve Sınai Mülkiyet haklarınızı korur.
» Globalleşmenin hız kazandığı ortamda adil rekabeti güvence altına alır.
» Marka sahibine ait münhasır hakların korunmasını sağlar.
» Servis ve Hizmetlerde bir kimlik kartı görevi görür.
» Finansal getiri sağlayarak karlılığı artırır.

Odaman & Taşkın Hukuk Bürosu avukatları marka hukuku alanında; Türkiye’de marka tescil başvurularının yapılması, Türkiye’de marka ön araştırma işleminin yapılması,Türkiye’de tescilli markaların izlenmesi, Türkiye’de tescilli marka belgelerinin yenilenmesi, Türkiye’de tescilli markaların devir ve kısmi devirlerinin yapılması,Türkiye’de tescilli markaların birleştirilmesi,Türkiye’de tescilli markaların intikal ve veraset işlemlerinin yapılması Türkiye’de tescilli markaların lisans ve lisans yenileme işlemlerinin yapılması,Türkiye’de tescilli markaların unvan değişikliğinin yapılması, Türkiye’de tescilli markaların adres değişikliğinin yapılması, Türkiye’de tescilli markaların nevi değişikliği işlemlerinin gerçekleştirilmesi,  Türkiye’de tescilli markaların marka tescil belgesi suretlerinin talep edilmesi, Türkiye’de tescilli markaların marka başvurusu bölünme işleminin gerçekleştirilmesi, Türkiye’de tescilli markaların rehin işleminin yapılması,Türkiye’de tescilli markaların rüçhan hakkı için başvuru yapılması, Türkiye’de tescilli markaların marka tescili müracaatı esnasında resmi marka bülteninde yayımlanan marka başvurularına yapılacak itirazlar ve itirazlara karşı savunma hazırlanması, Türkiye’de tescilli markalar ile ilgili verilmiş Enstitü kararlarına itiraz edilmesi, Türkiye’de tescilli markaların marka bilgilerine ilişkin resmi yazı düzenleme talep edilmesi, İlgili markanın başvuru öncesi ve sonrasında Türkiye’de tescil edilmiş veya başvurusu yapılmış markalarla ilgili Müvekkillerin ihtiyaç duyduğu bilgi ve belgelerin hazırlanması hizmetleri de sağlanmaktadır.

Marka  Tescil Başvurusu İçin Gerekli Belgeler
» Marka Ismi Ve Örneğ
» Vekaletname.
» Sınıf Listes
» Tescil Başvuru Ücreti Dekontu

2-PATENT
Dünya Fikri ve Sınai Mülkiyet Teşkilatı (WIPO) patenti şöyle tanımlamaktadır: “Patent, bir şeyi yapmaya yönelik yeni bir yol sağlayan yada bir soruna yeni teknik çözümler ortaya koyan işlem yada ürün için tanınmış münhasır bir haktır.

Patentte Koruma:
Bir buluşun Patent ile korunabilmesi için sanayiye uygulanabilir, yeni ve tekniğin bilinen durumunu aşan özellikler göstermesi gerekir. Patent incelemeli sitemde 20 yıllık, incelemesiz sistemde ise 7 yıllık bir koruma sağlar.

Faydalı Model Belgesi nedir?

Yeni olmakla birlikte tekniğin bilinen durumunu aşmayan, ancak tekniğe yeni bir fayda getiren ve sanayiye uygulanabilen buluşlar “Faydalı Model Belgesi” ile korunur. Faydalı Model Belgesinin koruma süresi 10 yıldır. 10 yıllık sürenin tamamlanmasından sonra buluş konusu ürün kamuya mal olur ve herkes tarafından kullanılabilir.
Patent İşbirliği Antlaşması (PCT) PCT ’ye üye 115 ülke bulunmaktadır. Bu anlaşma sayesinde, yapılan tek bir uluslararası patent başvurusu ile başvuran kişi tarafından anlaşmaya üye ülkeler arasından belirlenecek ülkelerde yerel nitelikte başvuru yapılması sağlanır. Böylelikle her bir ülke için ayrı ayrı tercüme masrafına gidilmesi engellenmiş olur. Seçilen ülkelerde uluslararası koruma sağlanır. Koruma süresi 20 yıldır.

Avrupa Patenti: 
Üye 20 Avrupa ülkesinde tek bir başvuru ile daha kolay ve ucuz patent alınması sağlanmıştır. Bu korumanın süresi 20 yıldır.

Patent Koruması Size Neler Sağlar?

» Teknik alandaki buluşlarınızın başkaları tarafından taklit edilmesini engeller.
» Buluşlarınız için sadece size üretim ya da kullanma hakkı verir.
» Buluşlarınız sizin için önemli bir gelir kaynağı haline gelir.
» Buluşlarınızın ihracatı Türkiye’nin gelişimine katkı sağlar.
» Pazardaki rekabet gücünüzü arttırır.
» Taklitçilere karşı hukuki yaptırım gücü sağlar.
» Ürününüzün fonksiyonel özelliklerini koruma altına alır.
» Ürünlerinize pazarda ayrıcalık kazandırır.

3-ENDÜSTRIYEL TASARıM
Dünya Fikri ve Sınai Mülkiyet Teşkilatı (WIPO) Endüstriyel Tasarımı şöyle tanımlamaktadır:
“Endüstriyel tasarım bir ürünün estetik veya beğeni uyandıran görünüşüdür.”Bu tasarımlar, üç boyutlu (şekil görünüş vb.) olabileceği gibi iki boyutlu (biçim, çizgi,renk vb.) da olabilir.

Hangi Tasarımlar Tescil Edilebilir.

Tescil konusu tasarımların yeni ve ayırt edici niteliğe sahip olması gerekir. Bir tasarımın aynısı tescil başvurusu ya da rüçhan tarihinden önce Dünyanın herhangi bir yerinde kamuya sunulmamış ise bu tasarım yeni sayılır. Ayırt edicilik belirlenirken, tescili istenen tasarımın, o tasarımın hakkında bilgi sahibi olan kullanıcı üzerinde yarattığı genel izlenim ile o tasarımın herhangi bir kullanıcıda yarattığı genel izlenim arasında belirgin bir farklılık olup olmadığı kıstas alınır.

Endüstriyel Tasarımın Tescili Neler Sağlar

» Yaratıcılığınızı ve ürünlerinizi korur.
» Tüketiciye sunulan seçenekleri arttırır.
» Üreticilerin pazarda rekabet gücünü arttırır.
» Rakiplerinize karşı üstünlük kazandırır.
» Ürünlerinize pazarda ayrıcalık kazandırır.
» Taklitçilere karşı hukuki bir hak kazandırır.
» Karlılığınızı arttırır.
» Ürününüzün dış görünüşünü ve şeklini korur.

Endüstriyel Tasarım Tescil Başvurusu İçin Gerekli Belgeler :

» Tasarımın Görsel Anlatımı.
» Vekaletname.
» İmza Sirküleri.
» Tarifname.
» Sınıflandırma.

Aile hukuku ve boşanma hukuku alanındaki uzman avukatlarımız, karşılaşılan tüm uyuşmazlıklarda haklı ve hukuka uygun çözümler üretebilmektedir.

Aile hukuku avukatlarımızın, aile ve boşanma hukuku alanında özellikle; Ayrılık davaları, Anlaşmalı ve çekişmeli boşanma davaları, Anlaşmalı boşanma davası protokolünün hazırlanması, Çocuk ve eş nafakaları ile alınan kararların icrası, Velayet ve vesayet davaları ile tazminat davaları, Çocukla kişisel münasebet tesisi ve torunla kişisel münasebet tesisinin kurulmasına ilişkin davaların takibi ile alınan kararların icrası, Evlilik öncesindeki mal rejimi sözleşmelerinin hazırlanması, aile konutu şerhinin tapu kütüğüne işlenmesi, Mal ve eşya rejimi ile katkı payına ilişkin davaların açılması, Ailenin Korunması Hakkında Kanun ile mal rejimlerine ilişkin davaların takibi ve sonuçlandırılması, Yabancıların Türkiye’de evlilik işlemlerinin yapılması, Yabancı mahkemelerce verilen boşanma, nafaka ve tazminat davalarına ilişkin verilen ilamların Türk Mahkemeleri tarafından tanıma ve tenfizine ilişkin davaların takibi ve sonuçlandırılması, Vasiyetname düzenlenmesi ve vasiyetnamenin iptali davasının açılması gibi konularda hukuki danışmanlık ve avukatlık hizmetleri sunmaktadır.

Türk Medeni Kanunu’nda ayrıntılı olarak düzenlenmiş olan Miras Hukuku, bir gerçek kişinin ölmesi veyahut bir gerçek kişinin gaipliğine karar verilmesi durumunda; ölenin veya gaiplik kararı verilen kişinin (murisin) maddi değeri olan her türlü hak ve borçlarını (terekelerini) düzenleyen hukuk dalıdır. Odaman & Taşkın Hukuk Bürosu’nun miras hukuku uzmanı avukatları İstanbul, Türkiye ve İstanbul’da şirketlere ve bireylere miras hukuku ile ilgili konularda hukuki danışmanlık hizmeti sağlamaktadır.

Miras hukuku alanında profesyonel avukatlık ve hukuki danışmanlık olarak sunduğumuz hizmet konuları;
» Vasiyetname ve miras sözleşmelerinin hazırlanması,
» Vasiyetnamenin iptali davası açılması,
» Ölünceye kadar bakma sözleşmesinin hazırlanması, miras taksimi sözleşmelerinin hazırlanması,
» Mirastan feragat sözleşmelerinin hazırlanması
» Mirasçılık belgesinin alınması ve mirasçılık belgesinin iptali davaları açılması,
» Mirasın reddi davaları açılması,
» Mirastan feragat ve çıkarılma davalarının açılması,
» Ölüme bağlı tasarrufların iptali davaları açılması,
» Muris muvazaa davalarının açılması,
» Tenkis davalarının açılması,
» Miras sebebiyle istihkak davaları açılması,
» Tereke davalarının açılması şeklinde sıralayabiliriz.

Hukuki Danışmanlık

Avukatın, müvekkillerini, mahkemelerde savunma görevinin yanı sıra, hukuki sorunların çözümü konusunda müvekkillere görüş bildirme, başka bir deyimle, ‘danışmanlık’ görevi vardır. Danışma, iş sahibinin, hukuksal sorunu konusunda, ücret karşılığında, baroda kayıtlı avukatın yazılı veya sözlü düşüncesini almasıdır. Uygulamada yazılı danışmaya mütalaa, sözlü danışmaya ise istişare denmektedir.

Avukat, danışma ile müvekkiline doğru karar vermesi için hukuki problemin alternatif çözüm yollarını, her bir alternatifin yarar ve sakıncalarını gösterir. Uyuşmazlığın, zorunluluk olmadıkça davaya dönüşmesini ve gereksiz çekişmeleri önler. Bu yönden, avukatın danışmanlık görevi, en az mahkemedeki savunma görevi kadar önemlidir. Değişen toplumun hukuk alanındaki ihtiyaç ve ihtilafları içinde “hukuki danışmanlık” hizmetleri sadece ihtilafları çözmek değil, aynı zamanda ihtilafların oluşmasını engellemek için vardır.

Hukuki Danışmanlık Alanındaki Gelişmeler

Türkiye’de yakın zamana kadar sözleşmeler, sigara paketinin arkasına ya da yarım sayfa kağıda yazılıyordu. Para piyasalarının geliştiği, yeni hukuksal araç ve kavramların yaratıldığı, para-kredi ilişkilerinin kompleks hale geldiği günümüzde, artık iş sahipleri ve şirketler; hukuksal sorunları, uyuşmazlık çıkmadan öngörebilme ve olabiliyorsa çözme arayışına girmiştir. Şirketler tarafından, contract analist, contract manager, hukuk müşaviri gibi ünvanlar ile, danışman hukukçu istihdamı yaygınlaşmış, iş dünyasında; hukukçunun görevinin uyuşmazlıkta olduğu anlayışı terk edilmeye başlamıştır.

Danışmadan verim alınabilmesi için, avukat/danışman-müvekkil görüşmesinin profesyonel bir disiplin içinde yapılması gerekir, aksine davranış, müvekkilin hukukunu olumsuz etkileyecek yanlış mütalaalar vermesine yol açabileceği gibi, avukatlık mesleğine olan güveni sarsacak sonuçlar da doğurabilecektir.

Avukatın, diğer mesleki faaliyetlerde olduğu gibi danışma görevinin yapılmasında da, meslek kuralları çerçevesinde hareket etme yükümlülüğü vardır. Bu açılardan Büromuz, hukuki konuların objektif bir biçimde ve akademik ilkelere uygun olarak değerlendirmesini yaparak, hukuki danışma veren hukukçuları ile müvekkillerine zarar görmeyi önleyici, ileride dava konusu olduğunda avantajlı hukuki konum sağlayan hizmetler vermektedir .

Hukuki Danışmanlık

Avukatın, müvekkillerini, mahkemelerde savunma görevinin yanı sıra, hukuki sorunların çözümü konusunda müvekkillere görüş bildirme, başka bir deyimle, ‘danışmanlık’ görevi vardır. Danışma, iş sahibinin, hukuksal sorunu konusunda, ücret karşılığında, baroda kayıtlı avukatın yazılı veya sözlü düşüncesini almasıdır. Uygulamada yazılı danışmaya mütalaa, sözlü danışmaya ise istişare denmektedir.

Avukat, danışma ile müvekkiline doğru karar vermesi için hukuki problemin alternatif çözüm yollarını, her bir alternatifin yarar ve sakıncalarını gösterir. Uyuşmazlığın, zorunluluk olmadıkça davaya dönüşmesini ve gereksiz çekişmeleri önler. Bu yönden, avukatın danışmanlık görevi, en az mahkemedeki savunma görevi kadar önemlidir. Değişen toplumun hukuk alanındaki ihtiyaç ve ihtilafları içinde “hukuki danışmanlık” hizmetleri sadece ihtilafları çözmek değil, aynı zamanda ihtilafların oluşmasını engellemek için vardır.

Hukuki Danışmanlık Alanındaki Gelişmeler

Türkiye’de yakın zamana kadar sözleşmeler, sigara paketinin arkasına ya da yarım sayfa kağıda yazılıyordu. Para piyasalarının geliştiği, yeni hukuksal araç ve kavramların yaratıldığı, para-kredi ilişkilerinin kompleks hale geldiği günümüzde, artık iş sahipleri ve şirketler; hukuksal sorunları, uyuşmazlık çıkmadan öngörebilme ve olabiliyorsa çözme arayışına girmiştir. Şirketler tarafından, contract analist, contract manager, hukuk müşaviri gibi ünvanlar ile, danışman hukukçu istihdamı yaygınlaşmış, iş dünyasında; hukukçunun görevinin uyuşmazlıkta olduğu anlayışı terk edilmeye başlamıştır.

Danışmadan verim alınabilmesi için, avukat/danışman-müvekkil görüşmesinin profesyonel bir disiplin içinde yapılması gerekir, aksine davranış, müvekkilin hukukunu olumsuz etkileyecek yanlış mütalaalar vermesine yol açabileceği gibi, avukatlık mesleğine olan güveni sarsacak sonuçlar da doğurabilecektir.

Avukatın, diğer mesleki faaliyetlerde olduğu gibi danışma görevinin yapılmasında da, meslek kuralları çerçevesinde hareket etme yükümlülüğü vardır. Bu açılardan Büromuz, hukuki konuların objektif bir biçimde ve akademik ilkelere uygun olarak değerlendirmesini yaparak, hukuki danışma veren hukukçuları ile müvekkillerine zarar görmeyi önleyici, ileride dava konusu olduğunda avantajlı hukuki konum sağlayan hizmetler vermektedir .

Hukuki Danışmanlık

Avukatın, müvekkillerini, mahkemelerde savunma görevinin yanı sıra, hukuki sorunların çözümü konusunda müvekkillere görüş bildirme, başka bir deyimle, ‘danışmanlık’ görevi vardır. Danışma, iş sahibinin, hukuksal sorunu konusunda, ücret karşılığında, baroda kayıtlı avukatın yazılı veya sözlü düşüncesini almasıdır. Uygulamada yazılı danışmaya mütalaa, sözlü danışmaya ise istişare denmektedir.

Avukat, danışma ile müvekkiline doğru karar vermesi için hukuki problemin alternatif çözüm yollarını, her bir alternatifin yarar ve sakıncalarını gösterir. Uyuşmazlığın, zorunluluk olmadıkça davaya dönüşmesini ve gereksiz çekişmeleri önler. Bu yönden, avukatın danışmanlık görevi, en az mahkemedeki savunma görevi kadar önemlidir. Değişen toplumun hukuk alanındaki ihtiyaç ve ihtilafları içinde “hukuki danışmanlık” hizmetleri sadece ihtilafları çözmek değil, aynı zamanda ihtilafların oluşmasını engellemek için vardır.

Hukuki Danışmanlık Alanındaki Gelişmeler

Türkiye’de yakın zamana kadar sözleşmeler, sigara paketinin arkasına ya da yarım sayfa kağıda yazılıyordu. Para piyasalarının geliştiği, yeni hukuksal araç ve kavramların yaratıldığı, para-kredi ilişkilerinin kompleks hale geldiği günümüzde, artık iş sahipleri ve şirketler; hukuksal sorunları, uyuşmazlık çıkmadan öngörebilme ve olabiliyorsa çözme arayışına girmiştir. Şirketler tarafından, contract analist, contract manager, hukuk müşaviri gibi ünvanlar ile, danışman hukukçu istihdamı yaygınlaşmış, iş dünyasında; hukukçunun görevinin uyuşmazlıkta olduğu anlayışı terk edilmeye başlamıştır.

Danışmadan verim alınabilmesi için, avukat/danışman-müvekkil görüşmesinin profesyonel bir disiplin içinde yapılması gerekir, aksine davranış, müvekkilin hukukunu olumsuz etkileyecek yanlış mütalaalar vermesine yol açabileceği gibi, avukatlık mesleğine olan güveni sarsacak sonuçlar da doğurabilecektir.

Avukatın, diğer mesleki faaliyetlerde olduğu gibi danışma görevinin yapılmasında da, meslek kuralları çerçevesinde hareket etme yükümlülüğü vardır. Bu açılardan Büromuz, hukuki konuların objektif bir biçimde ve akademik ilkelere uygun olarak değerlendirmesini yaparak, hukuki danışma veren hukukçuları ile müvekkillerine zarar görmeyi önleyici, ileride dava konusu olduğunda avantajlı hukuki konum sağlayan hizmetler vermektedir .